Gökyüzünde gezerken bakışlarımız, bulutları da anmak gerek kanaatimce. Gökyüzünde nazlı nazlı dolaşırlar ya halden hale dönüşerek. Bazen önüne geçip perdeleyince güneşi; sanki bizde varız dercesine hatırlatırlar kendilerini.
Oysaki onlar zaten gökyüzünün ay gibi güneş gibi vazgeçilmezleridir. Haydi gökyüzünün resmini çizelim deyince hemen oraya bembeyaz bir bulut konduruveririz biz insanlar. Sürekli gezen ama her başımızı kaldırdığımızda orada olanlardandır onlar.
Ama öyle zamanlar olur ki bulutlar simsiyah oluverirler tıpkı öfkeli bir anne gibi bakarlar yukarıdan. Bilmezsen yüzlerinin neden karardığını, korkuverirsin sonra için kıpır kıpır dalgalanır. Oysaki onlar; tertemiz olsun diye insanlık, bağırlarındaki tüm suyu indirirler ta ki yeryüzü doyana dek.
İşte o vakit misler gibi kokar toprak, yaprak, çiçek… İşte o vakit mutlu olur doğadaki canlılar… İşte o vakitten itibaren bulutlar da bembeyaz gülüşüyle, iç huzuruyla devam eder yoluna. Davranışlarına bakarak, değişen rengini görerek kendisini anladığımız ya da sadece değişen rengine bakarak kendisini hiç anlamadığımız insanlar gibi…
Bulutları takip ederek bir yolculuğa çıksak, yeryüzünün tüm renkleri karşılar bizi. Geceleri ay, gündüzleri güneş; fener olur bize yolumuz aydınlansın diye. Yolda giderken yüksek dağların karlı tepesine bakıp gıpta ederiz; yüceliğine, erişilmezliğine. Oysa yalnızlığını görmezden geliriz çoğu zaman yüceliğinden etkilenen gözlerimizle. Yalnızlığından dolayı ne kadar üşüdüğünü, hep başında duran bembeyaz karlarından anlarız. Kendisi bunun ne kadar farkındadır bilemeyiz ama yakınında hiç insan barındırmayışından biliriz; insanın sıcaklığına yüceleri tercih ettiğini.
Dağın heybetinden bakışlarımızı çekebildiğimiz zaman görürüz dağın eteklerinden yere doğru uzanan yemyeşil alanı. İnsanların ve diğer canlıların hayat bulduğu, ılık bir rüzgârın eşlik ettiği nağmelere kulak veririz, gülümseyerek.
Dağın heybetinden bakışlarımızı çekebildiğimiz zaman görürüz dağın eteklerinden yere doğru uzanan yemyeşil alanı. İnsanların ve diğer canlıların hayat bulduğu, ılık bir rüzgârın eşlik ettiği nağmelere kulak veririz, gülümseyerek.
Dağın heybetinden bakışlarımızı çekebildiğimiz zaman görürüz dağın eteklerinden yere doğru uzanan yemyeşil alanı. İnsanların ve diğer canlıların hayat bulduğu, ılık bir rüzgârın eşlik ettiği nağmelere kulak veririz, gülümseyerek.
Dağın heybetinden bakışlarımızı çekebildiğimiz zaman görürüz dağın eteklerinden yere doğru uzanan yemyeşil alanı. İnsanların ve diğer canlıların hayat bulduğu, ılık bir rüzgârın eşlik ettiği nağmelere kulak veririz, gülümseyerek.
Belki de hepsiydik; insan olarak hepsini ruhumuzda barındırırken insanlığımızı tekrar tekrar yeniden doğurtup geliştirendik biz. Biz onlardık onlar da biz…
Yanımızda var olup her doğuşumuza şahit olanlar; var olmamıza örnek olanlardı aynı zamanda. Denizle öğrendik; coşkuyu, sakinliği, yeni ufuklara ve dingin kıyılara arayışı. Bulutla rüzgârın dostluğundan çıkardık; görünenlerin arkasındaki saklı hazinelerin varlığını. Dağın göğe eren başından öğrendik; tevazu ile bakışımız zenginleştiğinde içimizin nasılda ısınacağını. Karabatakla deneyimledik merakımızın keşfimize açılan kapı olduğunu.
Vapurun kıyıya yanaşmasıyla birlikte bilinç serüvenimize bu seferlik bir nokta koyup huzurla yerimizden doğrulduk ve yeryüzünü paylaştığımız tüm canlılara içten selamımızı sunduk. Ağır adımlarla insanların arasına sanki sıradanmışçasına karıştık; biricik olduğumuzu hissederek.
Her yolculuğun, içimizdeki hazineleri açığa çıkartacağının bilinciyle güne başladık. Bir dahaki yolculuğumuza kadar…
Uzm. Klinik Psikolog Nur Sayımlar Ateş